11 Temmuz 2014 Cuma

Küçük çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?


Ölüm çiçeği nedir bilir misiniz?
Mezarların üstünde açar ölüm çiçeği. Altındaki cesetlerin zenginleştirdiği topraktan coşup fışkırır. Ölülerden can bulur, kayıp ruhların bedenlerinden kavuşur yaşamına. Misk otu yalnızca kendisinden beslenen mavi kelebekleri çeker, çıldırtır, masmavi danslarında yaşam verir onlara.
Yüzlerce, binlerce ceset üzerinde yükselen yeni bir yaşam biçimi şekillenir zamanla. Ölü bedenler derinlerde gömülüdür. Dikkatle gizlenmiştir toplu mezarlar. Yemyeşil bir bitki örtüsünün altında yatarken yüzbinler, doğaya hayran insanlar, çocuklar kim bilir kaç kez yuvarlanmışlardır üstünde ölülerinin.

Yüreğiniz kaybolan ölülerinizde, gözleriniz kelebeklerin dansında ölüm çiçeklerini aradınız mı hiç?
Biliyorsunuz ki o çiçeklerin altında gizli yitirdiğiniz canlar, tükenmiş umutlarınızın siyahında uçuşuyor o masmavi kelebekler.
O çiçekler sapsarıdır ve taç yapraklarının üstünde kıpkırmızı lekeler vardır. Kan lekeleri insanlığın.
Bir zamanlar kanla sulanan topraklar, rengarenk çiçeklere ev sahipliği yapıyor şimdi. Çiçekler rüzgara anlattırıyor hayat buldukları ölülerin renklerini, kokularını, özlerini.
Kapa gözlerini, uzan toprağa ve fısılda rüzgara: Bosno moja ti si moja mati....Bosno majko Srebrenice sestro....
Bosna’m, sen benim annemsin, Bosna annem, Srebrenitsa ablam....

Yer Srebrenitsa. Aylardan Temmuz, günlerden 11. Kod adı ''Krivaya 95''. Harekatı yapan Srpska Cumhuriyeti Ordusu.
1995 yılının bu yaz gününde Bosnalı Müslümanlar II. Dünya Savaşından sonra meydana gelen tarihin en büyük soykırımına uğradılar. Sırp milisler, özel polis güçleri ve Sırbistan Federal Ordusu topladıkları, tecavüz ettikleri ve işkenceden geçirdikleri binlerce Bosnalı müslümanı çocuklarının, kardeşlerinin önünde katlettiler ve cansız bedenlerini yine onlara gömdürdüler.
O gün 8500'den fazla insan katledildi orada. Şimdiye dek bulunan 42 toplu mezardaki 2070 cesedin kimlik tespiti yapılabildi, küçük parçalara bölünmüş 7000 den fazla ceset hala torbalarda bekletilmekte. Bazı cesetler defalarca toplu mezarlardan çıkartılarak başka yerlere taşınıp tekrar gömülmüştü. Hala 22 kayıp toplu mezar olduğu biliniyor.

312 bin kişi öldü Bosna'da. 35 bini çocuktu. Bosna'nın geleceğini bitirmekti amaç. 50 bin kadına tecavüz edildi. 18 bin kişi hala kayıp. Rakamların dili bile acıklı, dehşet veren bir utancı insanlığın.
Birleşmiş milletler soykırım demiyor, ''etnik temizlik'' olarak adlandırıyor Bosna'daki ölümleri.

Yalnızlaşmak ve Özgürleşmek

Her şey herhangi bir şeye gereksinim duyarken başlıyor. Eksiğini başka bir insan üzerinden karşılamaya kalkışma yanılgısına düşmek aslında kendimizi yalnızlaştırmak demek. Bir insanı ne kadar çok sevdiğine inanıyorsan, o insana olabildiği kadar uzak olmak yaşamı okumak bakımından kendini özgürleştirmek demek. Aşk ya da tek bir insana duyulan özel sevgi insanın kendini yok etme sürecini başlatıyor. İki kişilik yaşam yanılgısı, yerleşik ahlakın dayattığı kültürden tut da bireyin yalnızlaştırıldığı yeni küresel tüketim kültürüne kadar bir çok içselleştirilmiş oluş ve davranış biçiminin olağan sonucudur. Evet ,belki de her şey diğer bir insanla başlıyor ama başlayan kendinle vedalaşman, kendini öldürmen aslında. Aşk insanın kendisini zenginleştirmiyor, yok ediyor. Oysa insanın kendini, kendi içinde eriterek, kendi bütünlüğünü zenginleştirerek yeniden yaratması aslolan. Vb, vb, vb........

Açayım; hiç bir insan başka bir insanla varolmaz, eksiğini kapatmaz. O yüzden ne beğenilmek ne sevilmek ihtiyacı başka bir insanın varlığı ile doldurulamaz. İnsan bunu keşfettiği anda karşısındakinden bunu beklemeyi bırakır. Bunu bir zincirleme olay gibi düşünürsek, idealde birbirlerini bir şey olmaya zorlamayan, sadece ''olan'' ilişkiler kalıcı olur...
Ne kadar katılabiliriz ki !

2 Temmuz 2014 Çarşamba

TEMMUZ'UN NEFESİ

Günlerden 2 aylardan Temmuz
Yıllardan sonsuz.
Yakıldık diri diri.
Aydındık, boyun eğmeyen ilerici,
Vicdanlı ve inadına devrimci,
Düzeni sevmeyen, düzenin sevmediği.
Kula kulluk etmeyen biz
Yaradan'ı yaratandık,...
Ezeldik, ebeddik, insandık.
Otuzüç candık.
Bilirdik sevişmeyi bildiğimiz gibi,
Emeğin kutsal değerini.
Bilirdik karanlığın gizlediği çirkinlikleri,
Kalkmasın diye
Gecenin tülü üstüne serili
Aydınlığına namusun,
Sevginin, onurun,
Bilirdik elbet açtırmadıklarını perdeyi.
İstemezlerdi bilirdik
Bölüşmemizi hakça ekmeği.
Otuzüç candık koparıldık yaşamdan,
Yandık aydınlansın diye
yarınlar
Unutulmadan unutturulmadan.
Ve aleviydik
Ali'ydik, Hak'tık, namus işçisiydik.
Sorulmaz bize mezhebimiz
Yolumuz vardır bizim
Mezhep bilmeyiz.
Aşk için can veririz.
Dinimiz sevgidir
Yolumuz insanlık yolu.
Ateşte Semaha durduk
Sonsuz Cem'de buluştuk.
Kan gülleri açtı
Kavrulan bedenlerimizde,
Unutmayın bizi canlar
Yürürken elele
Herşeye rağmen
Aydınlanacak geleceğe.
Yırtılacak perdesi gecenin,
Dolacak umutlu yüreklere
Namuslu aydınlığı emeğin
Onurun ve aşkın.
Ağıt yakmayın bizim için
Zincir olur göz yaşları geleceğe.
Sivas'ta aldılar canlarımızı
Can verirken umudumuza
Ey halkım bizi unutma.

Cem Cinol

21 Haziran 2014 Cumartesi

Yaşamak demek....

Gün oldu muhteşem serserililiklere demir attım. Müthiş tutkulu, feci hüzünlü bir aşkın çemberinden de geçtim, sıradan aşkların günlük tutkularını da yaşadım, en mavi özgürlüklere kanatlandım kimi zaman hiç arkama bakmadan. Bazen çalıştım, didinip durdum it gibi nefes almadan. Dostlarım için yıldızları indirdim yeryüzüne. Acıları, kederleri, mutluluklara uladım. Gün geldi nasıl çekti canım ölmeyi anlatamam, gün oldu nasıl da deli gibi içmek istedim dünyayı kana kana. Ağladım, güldüm, kâh düşlerime sarındım, kâh gecelerin aydınlığında, gündüzlerin karanlığında sürüklendim, kâh dünyayı yeniden yaratmaya sıvandım boyayarak hayatı var olan tüm renklerle. Yaşanmışlıklarımdan hiç pişmanlık duymadan uyandım her yeni güne. Yoldaşlarımı asla satmadım, paranın anasını sattım. Kâh kerhane yataklarından batakhane neonlarına sürüklendim, kah kristal kadehlerden İngiliz kumaşlarına. Bazen kapandım dört duvar arasına doğum sancılarıyla, bazen evin yolunu bulamadan geçti günlerim, gecelerim. Yazdım, çizdim, yonttum, boyadım, yarattım durmaksızın hiç yorulmadan yaşamaktan. Ne başkasına öykündüm, ne rol-model aradım, ne de âkil adam olmaya heveslendim. Vicdanımı asla yitirmeden sadece yaşadım, tabusuz, kalıpsız, zincirsiz, özgür, aydınlık, yaratıcı. Yaşayacağım sonuna kadar insanca ve bir yıldız gibi kayacağım herhangi bir gecenin herhangi bir saatinde sonsuzluğa, boktan bir vakit öldürmekmiş yaşamak diyerek...

20 Haziran 2014 Cuma

Bir kadını arıyorum

Bir kadını arıyorum.
Kayıp bir kadın.
Yüzünde derin çizgiler olan. Boynunda kırışıklıklar. Düşmüş göz kapaklarının altında bakışları derin, içime işleyen. Bedeni yaşanmışlıklarıyla yorgun.
Güzel görünme derdine hiç düşmemiş çünkü kendinden emin.
Ağırlamış kalçaları ama güzelim bacakları, incecik bilekleriyle hala inadına baştan çıkarıcı.
Göğüslerinde kokum, boynunda nefesim, dudaklarında öp...üşlerim saklı. Kremsiz, fönsüz, rejimsiz, elalemi takmayan, alabildiğine özgür. Beğenilme kaygısı olmayan hiç, çünkü kendini seven her şeyden çok.
Ne Dior ipleyen ne Chanel ama ne giyse taşıyan, hani anlaşılan diğer kadınların haset dolu kıskanç bakışlarından.
Seviyorum seni dediğinde zamanı durduran, sev beni dediğinde yakıp tüketen beynimi bedenimi. Utanmazım olan. Kedi gibi kıvrılan koynumda, mırıl mırıl, fena da tırmalayan canını sıkarsam hani.
Hiç tabusuz, takıntısız, biraz da alaycı. Değerli insanları seven, önemli insanları aşağılayan. Torun sahibi olmak da yakışan, olursa. Olmazsa da yalnız beni büyüten.
Kahkahaları tutsak, göz yaşları cimri olmayan.
Kimbilir nerede, ne yapıyordur şu anda? Kadınlarım oldu hep hayatımda ama o duruyor tam orta yerinde umarımın, asla kendini unutturmadan.
Bir kadını arıyorum. Belki hiç var olmayan. Kayıp bir kadını. Fena halde takık kafam....

16 Haziran 2014 Pazartesi

Mutlu olmayı çok isterdim....

Mutlu olmayı çok isterdim....
Zeka düzeyim çok daha düşük olmalıydı. Duygusal yanım hiç olmamalıydı. Vicdan nedir bilmemeliydim. Okumayı hiç sevmemeli, merak dürtüsü ve öğrenme tutkusu taşımamalıydım. Eğitimsiz, namussuz, hırsız ve ahlaksız olmalıydım. Kuşku duymak yerine inanmalı, eleştirmek yerine kabullenmeliydim. Baş kaldıran değil boyun eğen olmalıydım. Aşkı ve sevgiyi aramak yerine üreme iç...güdüme uçkur çözmeliydim. Yeteneksiz ve beceriksiz olmalı, resim yapamamalı, bir müzik aleti çalamamalı, yontulara can verememeliydim. Düzgün konuşamamalı , ana dilimi yanlış kullanmalı, meramımı anlatabilecek sözcükleri seçememeli hatta cümle bile kuramamalıydım. Örnekleri daha çoğaltabilirim ama sonuç olarak, ortalama zeka altı, beceriksiz bir süzme salak olmalıydım.
Mutlu olmak için!

60 İQ ile embesil tweet'ler yazan mutlu bir vali olurdum örneğin. Vicdansız ve namussuz bir polis olup insanları döverek ya da kurşunlayarak huzur içinde uyurdum geceleri. Ya da spor programı sunucusu olur aptallığım ve cehaletimi benden daha aptal yığınlara satardım. Kabullenen bir işbirlikçi olarak iktidarların hizmetinde bir yargıç ya da savcı olabilir zengin yaşardım örneğin. Biat eden ama illa küçücük İQ lu yeteneksiz ve önemli-değersiz biri olarak milletvekili hatta bakan olurdum belki ayakkabı kutuları ve kasalarından paralar fışkıran. Resim, heykel, müzik ve tüm sanat dallarından habersiz eğitimsiz bir insansı olarak Devlet Opera ve Balesini, Tiyatrolarını, müzelerini yönetirdim. Örneğin,ahlaksız bir boyun eğen olarak Tübitak başkanlığı yapabilirdim. Ya da göründüğünden çok daha aptal, cahil, megaloman, vicdansız, katil, hırsız, işbirlikçi, namussuz, vatan haini, sanat düşmanı, emekçi kanı pazarlayıcısı, ahlaksız biri olarak bir ülkede başbakan ya da cumhurbaşkanı bile olabilirdim ve tüm bu yetersizliklerim ve namussuzluklarımla, aşksız, sevgisiz ve vicdansız yaşayarak çok mutlu olurdum. Bu babalar gününde ne babama ne de anneme hakkımı helal ediyorum. Düşünmüyorum o halde yokum ve çok mutluyum diyebilmeyi öğretmedikleri için!

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Devrimciler ölür ama....


Bu gece yarısı dayanamadım gene yazıyorum.
Oysa herkesin yılda bir gün zoraki hatırladığı ölüm günlerini yazmaktan özellikle kaçar oldum son yıllarda. Anma töreni yaparmışçasına yazılan yazılar ve iş birlikçilerin günah çıkartmaları, cehennemi yaratan ve yaşatanların, kendilerini, aldıkları canlar ve karartılmış gelecek üzerinden aklama çabaları dayanılmaz bir acı veriyor böyle günlerde bana.
Belki uzunca bir yazı olacak. Biliyorum benim neslim ve o günleri birlikte yaşamış..., paylaşmış arkadaşlarım ya da dava yoldaşlarımdan başka kimseyi ilgilendirmeyen bir yazı olacak. Her şeye rağmen hala bu ülkenin geleceğine kafa yormaya sıvanacak gençler kaldıysa belki merak eder, belki yakın tarihe şöyle bir göz atar ve yaşanmışlıklardan kendilerine de bir pay çıkartabilirlerse belki o bile yazmama değer.

"Ve cellat uyandı yatağında bir gece
Tanrım dedi bu ne zor bilmece
Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe"....

6 Mayıs gelince içime acı çöreklenir. Sığamam binalara. Alır başımı çıkarım. Sokaklarda dolanırım karanlık çökene dek. Oysa 6 mayıs dedin mi Hıdırellez gelir akla. Bayram gelir. Bense yükselen Hıdırellez ateşinde cehennemin alevlerini seyrederim.
6 Mayıs, Ankara'nın Karşıyaka mezarlığında üç kişi ağlıyor. Üç gencin babaları bunlar. Buruk yürek ve titrek elleriyle kefenleri aralıyorlar son kez. Sırayla oğullarını öpüyorlar. Yanaklarından süzülen yaşlar, ölülerinin alınlarına, yüzlerine damlıyor...
Üç cana dağıtıyorlar baba yüreklerini.. Aynı duygularla kucaklıyorlar üç ölü bedeni... Mezara indiriyorlar...

Öğleye doğru Ankara'nın Kızılay Meydanı'nda, bir genç kızın koluna iki polis giriyor. Genç kız, asılmışlar için ağlama suçunu işlemekten ve genç kız Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın mezarlarına kır çiçekleri serpmekten sanık olarak gözaltına ve sorguya alınıyor.... Atilla Sarp'ın kız kardeşi. Ardından dozerlerle mezarları çiğnetiyorlar. Çiçekleri ezmek, gömülü bedenlerin kemiklerini kırmak için.

Gülünün solduğu akşam, Darağacında üç fidan, Yort savul, Mare nostrum okumanın tam zamanıdır şimdi arkadaşlar.

42 yıl önce bugün, ülkemin güzel günlere olan inancını gömdüler toprağa. Gecekondu mahallelerinin rezidanslara selam durduğu 6 mayıs 2014 Türkiye'sinden tam 42 yıl önce. Meclisteki koltuklarından fırlayarak semiz ve kanlı parmaklarını gözümüze soka soka ''üçe üç'' diye bağırarak yolladılar idama, gelecek günlere olan inanç ve umutlarımızı.

Adaletsiz gelir dağılımının ezdiği, küresel sermayenin belirlediği iktidarların faşizminin sultası altında, hala 1 Mayıs'ta ve toplu yürüyüşlerde dayak yiyen, öldürülen işçiler, gençler, kadın erkek tüm insanlarımızla, Avrupalı işçiler emekli maaşlarıyla Akdeniz kıyılarında ikinci bahar yaşayabiliyo
rken, AB'nin açamadığımız kilidi bozuk kapısı önünde bu kadar günahla hatırladığımız, unutamadığımız tarih 6 Mayıs! Unutmadık ve ne pahasına olursa olsun asla unutmayacağız.. Çünkü bazen süreç yavaş da işlese devrimciler ölür ama devrimler sürer....

72 de ezemediler umutlarımızı, kıramadılar direncimizi. Kaldığı yerden devam ettirdik kavgamızı.

80'le birlikte küreselleşen kapitalizm yeni yapılanmasıyla, maalesef Onların ölmeden önce inandığı bir gençliği, o gençliğin, umudun rüzgarıyla, mutlu ve hakça geleceğine yelken açacağı bir ülkeyi yok etti bugün.. Bugün ne oldu diye sorarsan, Deniz, Yusuf, Hüseyin kim diye sorarsan bilmeyen, bilemeyecek insanlarla dolu güzel ülkem. Felç olmuş gibi, kıpırdayamayan, başkaldıramayan, içine düştüğümüz iğrenç tüketim toplumu sarmalında gönüllü olarak debelenen, bireysel kurtuluşunun peşinde, kendine ayrışık yaşam alanları oluşturan ve ideolojisiz olmakla övünen gençler yarattı 80'ler. Buna yaradı darbeler, alınan gencecik canlar.

Gezi, 1 mayıs 2014, şu ya da bu. Salt meydanlarda devrim şarkıları eşliğinde yumruk sallamaktan geçmiyor insanca bir geleceğin yolu. Düşünceden, inanmaktan, sağlam temellenmiş bir ideolojiden ve yaşamın her anında ve her alanında eylemden geçiyor. Yeni nesillerin kendilerini yeniden şekillendirmelerinden geçiyor. Kitap yoktu okuyacak. Olan da yasaklanıyordu. Okurduk her şeye rağmen. Elden ele geçen kitaplar, teksir makinelerinde çoğaltılmış, mürekkep kokan çeviriler, bildiriler, makaleler, yetmese de gidermeye susuzluğumuzu, aydınlatırdı umutlarımızı. Üç buçuk gazete ve devlet kontrolünde bir radyo vardı. İletişim tümüyle olanaksızdı. Gene de buluşurduk verilmemiş randevularda. Anında haber alırdık her eylemi ve on binler hatta yüz binler toplanırdık alanlarda.
Önceki kuşaklar, umudu, direnişi ve cehennemi yaşayan bizler gene direniyoruz ve direneceğiz. Hiç unutmadık ve unutturmayacağız.

Kim bilir; keser döner sap döner, gün döner hesap döner, 6 Mayıs'larda bambaşka şeyler konuşur, yazarız bir gün.

Ankara 6 Mayıs 1982. 12 Eylül faşizminin kol gezdiği zamanlar. Üç gencin mezarına bırakılan karanfiller, birinci ve kısa samsun sigaraları tanıktır, işçiler slogan atmakta, liseli öğrenciler dua etmekteler, şaşırmayın buna! Aradan on yıl geçmiştir. 80 Kuşağı henüz doğmakta, emeklemektedir. Oysa üç gencin mezarı başında sadece beş on kişi toplanmaktadır yirmi yıl sonra....

''Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın ölüm cezalarının yerine getirilmesine dair kanun tasarısı'' Adıyla önce Meclise ardından Senatoya geliyor idam fermanları.

''Devirler değişiyor. Bundan 30 sene evvelin şartları bugün yoktur. Başka şartlar vardır. Bugünkü şartları düne götürerek düşünemezsiniz, çok yanlış olur. Binaenaleyh, insani tarafını düşündüğümüz zaman, kimsenin, karıncanın incinmesine razı olamayız. Fakat bir olay var: hikmet-i idare, devletin bekası gibi kavramlar bizim geleneklerimizde vardır. Padişahlar, kardeşlerini, çocuklarını astırmıştır." diyor bugünün demokrasi havarisi, dünün Meclis oturumunda idam çığlıkları atan faşist, işbirlikçi ''Çoban Sülo'su''.

Mecliste İlk oylama 10 Mart 1972'de idi. 53 ret 238 kabul. CHP idamların esas ve usul yönünden iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. Mahkeme itirazı usul yönünden kabul edince yasa teklifi Meclise geri geldi. 24 Nisan 1972 de nihai ve asıl oylama yapıldı. İkinci oylama sonucu 48 ret, 273 evet, 2 çekimser, 118 katılmama. Meclis tarafından onaylanan yasa tasarısı Senatoya sevk edildi ve 02.5.1972 Salı günü oylandı. 111 kabul 34 ret. Dört gün sonra da infazlar gerçekleştirildi.

24 Nisan günü Ankarada'ydım. Galatasaray'dan ağabeyim, sonraki yıllarda en sevdiğim dostlarımdan olacak, o sırada Cumhuriyet gazetesinde çalışan Turhan Ilgaz beni Meclise, parlamento muhabirlerine ayrılan bölüme götürmüştü. Orada izledim oylamayı ve tartışmaları. İçime akıttığım göz yaşlarım üzüntüden değil hırsımdandı, çaresizliğimdendi.

Yirmi yaşındayım. Devrimciyim. Namusluyum sapına kadar. Ülkeme aşığım. Ezilmiş tüm halkların kurtuluşu uğruna ve devrim yolunda gözümü kırpmadan ölebilirim. Örgütlere üyeyim. Her olayın içinde, her taşın altındayım. Sevdalanıyorum arada. Gencim yani, yaşamı yeniden şekillendirecek, dünyayı değiştirecek kadar yürekli ve umutluyum.

Biliyorum, yaşarsam, başıma bir şey gelmez, faşist bir kurşunla ölmezsem eğer, bir gün belki 42 yıl sonra, 2014 de mesela, herkesin aşını, işini ve sevdalarını eşit ve hakça paylaştığı bir düzende, mutlu ve umut dolu ülkemde, yaşanan bu günleri yazarım. Belli mi olur! Gün olur keser döner, sap döner....

Mektuplar

son mektup – Deniz Gezmiş

Baba,
Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum, insanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler, önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiç bir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın, oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o, bu yola bilerek girdi ve sonun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece seninle değil, Türkiye’de yaşayan kürt ve türk halklarının da anlayacağına inanıyorum. Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım taylan özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma, annemi teselli etmek sana düşüyor, kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum, bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir, son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi, abimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarım.
Oğlun Deniz Gezmiş
merkez cezaevi

son mektuplar – Yusuf Aslan

Sevgili babacığım,
Bu mektubu aldığın zaman ben ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malum. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebilirim.
Babacığım bu olayda da annemin ve yücel’in senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan, hem senin sağlığın için hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun, bir günde öldürülmesi kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşın mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.
Babacığım, annemin ve yücel’in senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilave edeyim ki, yücel’in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim; fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap’a ne diyeyim… Benim için her zaman bol bol öpün.
Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları arasıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her biri oğlun sayılır. Dışarıda bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını umutmayacağını biliyorum.
Mektubum burada biterken sizi, annemi, Yücel’i, ablamı, Azizi abiyi, Mehtap’ı hasretle kucaklarım babacığım…
Sağlıcakla kalın.

Hoşçakalın

T. Yusuf Aslan

not: Akrabalara da bir mektup yazdım. Fakat belki vermeyebilirler.
2.5.1972 salı

Bütün akrabalara,
Bu mektubumu okuduğunuz zaman artık aranızda olmayacağım. Mektubumu senatonun idamlarımızı tasdik ettiğini öğrendiğim anda yazıyorum. Şundan emin olmalısınız ki, bugüne kadar davama olan inancım sarsılmamıştır. Sehpaya gidene kadar da en ufak bir sarsılma olmayacaktır.
Ben, halkımın kurtuluşu, türkiye’nin tam bağımsızlığı için savaştım. Sizler beni tanıyorsunuz. Bir yıldan beri bu bir avuç sömürücüler, vatan satıcıları, işbirlikçiler ellerindeki bütün imkanlarla bizi dışardan yardım gören, beyinleri yıkanmış, vatan haini, dışardan emir alan, bölücü, anarşist diye tanıtmaya ve halkımızdan bizi koparmaya çalıştılar. Bu bir avuç azınlığa göre vatanseverlik; vatan satmak, yabancılarla işbirliği yapmak, nato’yu, amerika’yı savunmak, 6. filo’yu ağırlamak, milyonlarca köylünün geçimi olan haşhaş ekimini elinden almak, işçinin grev hakkını engellemek, amerika’ya ve emperyalizme hizmet etmektir.
Biz bunlara karşı çıktık. Bunun için biz vatan haini, onlar vatansever oldular.
Bizi bu mücadelemizden dolayı, güya adil mahkemelerinde yargılayan ve yine adil kurumları eli ile asacak olanlar bilmelidirler ki; biz halkımızın kurtuluşu ve türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi uğruna şerefimizle bir defa öleceğiz. bizi asanlar, …
Son sözüm; yaşasın işçiler, köylüler! yaşasın devrimciler! Yaşasın halkımın kurtuluşu ve bağımsızlığı için savaşanlar! Yaşasın tam demokratik türkiye’nin kurulmasından yana olanlar!
Kahrolsun emperyalizm! Kahrolsun … faşist koalisyonu!

t. yusuf arslan
2 mayıs 1972
mamak-askeri cezaevi

son mektup – Hüseyin İnan

Babama, anneme, kardeşlerime ve yakın akrabalarıma, söyleyecek fazla söz bulamıyorum.
Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı.
Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum.
İleride durumumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım.
Metin olunuz.
Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız.
Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar, sevgiler!…
Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil…
Candan selamlar…

Hüseyin İnan

Not;
- İdam yasasının onaylandığı 2 Mayıs 1972 Salı gününün Senato tartışma ve karar tutanakları:
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/CS__/t11/c004/cs__11004054.pdf

- 24 Nisan 1972 Meclis oturumunda idam yasa tasarısı oylamasına katılan milletvekilleri ve kullandıkları oylar:

http://www.odatv.com/n.php?n=iste-uc-fidani-dar-agacina-goturenleri-tam-listesi-0605131200

(Tarihe kayıt düşmek için çok faydalı bir liste. Bir kayıt da biz düşelim. İdama onay verenlerden Antalya milletvekili İ.Ataöv, küçük yaşda bir kızın ırzına geçilmesi iddiası ile dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle TBMM'deki oylama sırasında ayağa kalkarak "evet yaptım, hem anasını hem de kızını becerdim" diyen kişidir. Necip Türk milletinin temsilcilerinden oluşan o günkü AP ağırlıklı yüce parlamento ihtimam ve şefkatli gayreti ile adı geçenin dokunulmazlığını kaldırmamıştır).